Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - J Psy Nurs: 11 (2)
Cilt: 11  Sayı: 2 - 2020
1.
Ön Sayfalar
Frontmatter

Sayfalar I - III

EDITÖR'DEN
2.
Editörden
Editorial
Nazmiye Yıldırım, Nurhan Eren
Sayfa IV

ARAŞTIRMA MAKALESI
3.
Kadına yönelik eş şiddeti yaygınlığı ve kadınların baş etme yöntemleri*
The prevalence of intimate partner violence against women and women's methods of coping with partner violence*
Aysun Babacan Gümüş, Sevinç Şıpkın, Özden Erdem
doi: 10.14744/phd.2020.58561  Sayfalar 79 - 87
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı kadına yönelik eş şiddeti yaygınlığını, kadınların maruz kaldığı şiddet davranışlarını ve baş etme yöntemleri ile ilişkisini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma Eylül 2015–Haziran 2016 tarihleri arasında bir belediyeye bağlı iki farklı Sosyal Yaşam Evinde 150 kadın ile yürütülmüştür. Veriler Görüşme Formu ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı-yüzde dağılımı, Kolmogorov Smirnov testi, Student t-testi ve Mann-Whitney U testi kullanılmıştır.
BULGULAR: Kadınların %67.3’ü yaşam boyu, %62.7’si son bir yılda en az bir şiddet türüne maruz kalmıştır. Fiziksel şiddet yaşam boyu %34.7 son bir yılda %21.3, duygusal şiddet yaşam boyu %52.7 son bir yılda %48.7, cinsel şiddet yaşam boyu %14, son bir yılda %11.3, ekonomik şiddet yaşam boyu %22.7 son bir yılda %21.3 oranında gerçekleşmiştir. Şiddete maruz kalan kadınlarla kalmayanların baş etme yöntemleri karşılaştırıldığında; fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalan kadınların kendine güvenli ve iyimser yaklaşımı daha düşük düzeyde kullandıkları belirlenmiştir. Fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar sosyal destek aramayı daha düşük düzeyde kullanmaktadır. Duygusal şiddete maruz kalanların ise boyun eğici yaklaşımı daha yüksek düzeyde kullandıkları belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kadınlar en çok duygusal şiddete maruz kalmaktadır. Fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalan kadınlar problem odaklı yaklaşımları daha düşük düzeyde kullanmaktadır. Duygusal şiddete maruz kalan kadınlar ise duygusal odaklı yaklaşımları daha yüksek düzeyde kullanmaktadır. Şiddetle mücadelede kadınların baş etme yöntemlerinin geliştirilmesi önerilmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to determine the prevalence of intimate partner violence against women, the types of violence that women are exposed to and their relationship with women's methods of coping.
METHODS: The study was conducted with 150 women at two different social life centers affiliated with a municipality from September 2015 to June 2016. The data were collected using an interview form and the Coping with Stress Inventory (WOCI). Frequency and percentage distributions, the Kolmogorov-Smirnov test, Student's t test and the Mann-Whitney U test were used to analyze the data.
RESULTS: Of the women, 67.3% were exposed to least one type of violence in their lifetime, and 62.7% were exposed to least one type of violence in the last year. Of them, 34.7% were exposed to physical violence in their lifetime, and 21.3% were exposed to physical violence in the last year; 52.7% were exposed to emotional violence in their lifetime, and 48.7% were exposed to emotional violence in the last year; 14% were exposed to sexual violence in their lifetime, 11.3% were exposed to sexual violence in the last year; 22.7% were exposed to economic violence in their lifetime, and 21.3% were exposed to economic violence in the last year. The women who were exposed to physical, sexual and economic violence were less likely to use the self-confident and optimistic approach than the others. The women who were exposed to violence used the social support approach less than the others. The women who were exposed to emotional violence were more likely to use the submissive approach than the others.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The women were exposed to emotional violence most. The women who were exposed to physical, sexual and economic violence used the problem-focused approach less often. The women who were exposed to emotional violence were found to use the emotional-focused approach more often. New ways for women to cope with violence should be developed.

4.
Gebeliğin istenme durumu öznel mutluluğu etkiler mi?*
Does the pregnancy intendedness affect subjective happiness?*
Esra Gençer, Serap Ejder Apay
doi: 10.14744/phd.2019.63496  Sayfalar 88 - 97
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırma gebeliğin istenme durumunun öznel mutluluğa etkisini belirlemek, karşılaştırmak ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı nitelikte olan çalışma; Diyarbakır Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’nde 29.05.2018–25.02.2019 tarihleri arasında çalışmaya alınma kriterlerine uyan gebeliğini isteyen 302 kişi ve gebeliğini istemeyen 308 kişi olmak üzere toplam 610 kişi ile yapılmıştır. Çalışma verilerinin toplanmasında; Kişisel Bilgi Formu ve Öznel Mutluluk Ölçeği (ÖMÖ) kullanılmıştır.
BULGULAR: İsteyerek gebe kalan kadınların ÖMÖ’den aldıkları puan ortalaması 18.88±3.82, istemeyerek gebe kalanların ise 15.62±5.01 olduğu ve puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). İsteyerek gebe kalan kadınların yaşı, yaşanılan yer, eş yaşı, gebelik ve düşük sayısının ÖMÖ puan ortalamasını etkilediği belirlenmiştir. Benzer şekilde istemeyerek gebe kalan kadınların yaş, gelir durumu algısı, eş yaşı ve eş çalışma durumu, gebelik sayısı, yaşayan çocuk sayısı ve düşük sayısının ÖMÖ puan ortalamasını etkilediği bulunmuştur. Her iki grupta da benzer değişkenlerin ÖMÖ puan ortalamasını etkilediği ve puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: İsteyerek gebe kalanların daha mutlu olduğu ve isteyerek gebe kalmanın Öznel Mutluluğu artırdığı saptanmıştır. Ayrıca öznel mutluluğu etkileyen bazı sosyo-demografik ve obstetrik özelliklerin etkilediği bulunmuştur.
INTRODUCTION: This study aims to determine factors affecting subjective happiness, identify and compare the effects of pregnancy intendedness on subjective happiness.
METHODS: This study is a descriptive and relationship-seeking study. 610 people was included in the study, 302 people who wanted their pregnancy and 308 people who did not want their pregnancies in Diyarbakır Maternity and Children Hospital between 29.05.2018 and 25.02.2019. A Personal Information Form and Subjective Happiness Scale (SHS) were used to collect study data.
RESULTS: It was found that SHS mean scores of the women who wanted to become pregnant (18.58±3.82) and did not want to become pregnant (15.62±5.01) were statistically significant (p<0.05). Age, place of residence, spouse age, pregnancy and number of miscarriages affected the mean scores of SHS in woman who wanted to become pregnant. Similarly, it was found that age, income perception, spouse age and spouse working status, number of pregnancies, number of living children and miscarriages of women who did not want to become pregnant affected the mean SHS score. In both groups, it was found that similar variables affected the mean scores of SHS and the difference between the mean scores was statistically significant (p <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was found that those who wanted to become pregnant were happier and being pregnant increased their subjective happiness. In addition, socio-demographic and obstetric characteristics affected subjective happiness.

5.
Hemşirelerin çalıştıkları şiftlere ve kronotip özelliklerine göre uyku kalitesi, yorgunluk ve dikkat durumlarının belirlenmesi*
Determination of sleep quality, fatigue, and concentration in nurses according to their shifts and chronotype*
Azize Karahan, Aysel Abbasoğlu, Ziyafet Uğurlu, Sevcan Avcı Işık, Gülşen Kılıç, Nalan Özhan Elbaş
doi: 10.14744/phd.2019.90277  Sayfalar 98 - 105
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada; hemşirelerin çalıştıkları şiftler ve kronotip özelliklerine göre, uyku kalitesi, yorgunluk ve dikkat durumunun belirlenmesi amaçlanmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma tanımlayıcı ve kesitseldir. Ankara’da bir vakıf üniversitesi hastanesinde çalışan toplam 331 hemşire araştırmanın evrenini, 276’sı örneklemini oluşturmuştur. Araştırmada Hemşirelerin Tanımlayıcı Özelliklerini Belirleme Formu, Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi ve Sabahçıl-Akşamcıl Anketi kullanılmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, ki-kare, bağımsız gruplarda t testi ve varyans analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Hemşirelerin %73.7'si “Ara Tip”, %21.4'ü “Sabahçıl Tipe Yakın”dır. Gündüz şiftinde çalışanların %29.9’u, gece ya da karışık şiftlerde çalışmayı tercih edenlerin ise %20'si Kesinlikle Sabahçıl ve Sabahçıl Tipe Yakın hemşirelerden oluşmuştur (χ2=11.699, p=0.003). Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi toplam puan ortalaması Kesinlikle Akşamcıl Tip ve Akşamcıl Tipe Yakın Olanlar’da 9.07±3.98, Ara Tip’lerde 8.19±3.76 ve Kesinlikle Sabahçıl Tip ve Sabahçıl Tipe Yakın Olanlar’da 6.57±3.76’dır (F=5.536, p=0.004). Uyku sorunu yaşadığını belirtenlerin %77.2’sinin, yaşamayanların ise %60.1’inin iş kazasına maruz kaldığı (χ2=9.131, p=0.002); sadece gündüz çalışanların %7.3’ünün, şift şeklinde çalışanların %17.6’sının son bir yılda tıbbi hata yaptığı (χ2=6.797, p=0.007); son bir yılda tıbbi hata yapanların %58.3'ünün, hata yapmayanların ise %37.9’unun çalıştığı şiftte yorgunluk düzeyinin genel olarak şiddetli olduğu belirlenmiştir (χ2=6.529, p=0.038). Kronotip özelliklerine göre bu değişkenler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hemşirelerin kronotip özellikleri ve şift şeklinde çalışmasının uyku kalitesini etkilediği; hasta ve çalışan güvenliğini tehdit eden sorunlara yol açtığı dikkate alınarak çalışma şiftlerinin buna göre düzenlenmesi önerilebilir.
INTRODUCTION: The aim of the present study was to determine sleep quality, fatigue, and concentration in nurses according to their shifts and chronotype.
METHODS: This was a descriptive and cross-sectional study including 276 of the 331 nurses working at a foundation university hospital in Ankara. The Demographic Characteristics Questionnaire, Pittsburgh Sleep Quality Index (PSQI), and Morningness–Eveningness Questionnaire were used as data forms. Descriptive statistics, t-test, ANOVA and chi-square test were used to analyze the data.
RESULTS: A total of 73.7% of nurses were ‘intermediate-type’ and 21.4% were ‘near morning-type’; 29.9% of nurses who worked during the day and 20% of those who worked rotating shifts were ‘morning-type’ (χ2=11.699, p=0.003). The total PSQI scores were 9.07±3.98 for ‘evening-type’, 8.19±3.76 for ‘intermediate-type’, and 6.57±3.76 for ‘morning-type’ (F=5.536, p=0.004). A total of 77.2% of nurses who had sleep disturbances and 60.1% of those who had no sleep disturbances reported work-related accidents (χ2=9.131, p=0.002); 7.3% of nurses who worked during the day and 17.6% of those who worked in rotating shifts had made a medical error in the previous year (χ2=6.797, p=0.007). The fatigue level was severe in 58.3% of the nurses who had made a medical error and in 37.9% of those who had not made a medical error in the previous year (χ2=6.529, p=0.038). There was no statistically significant difference between these variables according to the chronotype of the nurses.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Chronotype and shift work affect sleep quality in nurses and lead to problems related to patient and employee safety. These results should be considered with respect to the working conditions for nurses.

6.
Ergenlerin benlik algısı üzerinde algılanan ebeveyn tutumlarının ve bağlanma stillerinin rolü: Bir yapısal eşitlik modellemesi*
The roles of adolescents' perceived parental attitudes and attachment styles in their self-perception: A structural equation modelling*
Yunus Kaya, Fatma Öz
doi: 10.14744/phd.2020.74429  Sayfalar 106 - 114
GİRİŞ ve AMAÇ: Ergenlik döneminde, ebeveyn tutumları, ebeveynlerle ve akranlarla kurulan ilişkiler ergenin içinde bulunduğu gelişimsel dönemin rol ve sorumluluklarını yerine getirmede büyük önem taşımaktadır. Bu çalışma, ergenlerin benlik algısı üzerinde algıladıkları ebeveyn tutumlarının ve bağlanma stillerinin rolünü belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma verileri, 13–18 yaş aralığındaki 700 ergenden, Anne-Baba Tutum Envanteri, Ebeveyne ve Akrana Bağlanma Envanteri ve Piers-Harris Çocuklar İçin Öz Kavramı Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Elde edilen araştırma verileri, tanımlayıcı istatistikler ve yapısal eşitlik modeli kurularak analiz edilmiştir.
BULGULAR: Araştırma bulgularına bakıldığında, korelasyon analizi sonucunda ergenin benlik gelişiminde algılanan ebeveyn tutumlarının ve bağlanma stillerinin anlamlı düzeyde etkisi olduğu bulunmuştur. Kurulan yapısal eşitlik modeli sonucunda, ergenin bağlanma stillerinin benlik algısı üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu bulunurken (β=0.79; p<0.05), algılanan ebeveyn tutumunun benlik algısı üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığı (β=0.11; p>0.05) bulunmuştur. Ancak ergenin benlik algısı üzerinde algılanan ebeveyn tutumunun bir etkisi olmazken, algılanan ebeveyn tutumunun ergenin bağlanma stilleri üzerinde pozitif anlamlı bir etkiye sahip olduğu bulunmuştur (β=0.77; p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tüm bu sonuçlar ışığında ergenin benlik gelişiminde algılanan ebeveyn tutumunun ve bağlanma stillerinin önemli düzeyde etkisinin olduğu bulunmuştur. Ergenin içinde bulunduğu gelişimsel sürecin sağlıklı bir şekilde atlatılmasında, hem içinde bulunulan dönemde hem de yetişkin yaşamda ki gelişimsel sorumlulukların yerine getirilmesinde, ruhsal sorunların azaltılmasında ebeveynlerle kurulan ilişkinin güvene dayalı olmasının ve algılanan ebeveyn tutumlarının demokratik yönde oldukça sürecin daha sağlıklı ve üretken bir şekilde atlatılmasına neden olacaktır.
INTRODUCTION: Parental attitudes, and relations with parents and peers are of great importance in the developmental period of adolescence. This study was carried out to determine the roles of perceived parental attitudes and attachment styles in the self-perception of adolescents.
METHODS: The data were collected from 700 adolescents who were 13–18 years old, using the Parental Attitude Scale, the Inventory of Parent and Peer Attachment and the Piers-Harris Children's Self-Concept Scale. The research data were analyzed using descriptive statistics and a structural equation model.
RESULTS: Correlation analysis found that the perceived parental attitudes and attachment styles of the adolescents had a significant effect on their self-development. The structural equation model indicated that, while the attachment styles of the adolescents had a significant effect on self-perception (β=0.79, p<0.05), perceived parental attitudes had no significant effect on self-perception (β=0.11, p>0.05). However, they did have a positive effect on the attachment styles of the adolescents (β=0.77, p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study found that perceived parental attitudes and attachment styles had a significant effect on the self-development of the adolescents. In getting through the developmental process of adolescence, in fulfilling current and future adult responsibilities, and in reducing mental problems, relationships with parents based on trust and perceived democratic parental attitudes are healthier and more productive.

7.
Bakım merkezinde ve ailesi yanında yaşayan ruhsal bozukluğu olan bireylerin sosyal destek algısı ve yaşam kalitesinin karşılaştırılması*
Comparison of the quality of life and perceived social support of individuals with mental health disorders living in a nursing home and with family*
Ayten Kaya Kılıç, Sema Yılmaz, Aliye Mavili Aktaş
doi: 10.14744/phd.2020.79553  Sayfalar 115 - 123
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı, bakım merkezinde ve ailesiyle yaşayan ruhsal bozukluğu olan bireylerin algılanan sosyal destek ile yaşam kalitesini karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada, ilişkisel tarama modeli kullanıldı. Çalışmanın örneklemini, Konya, Adana, Antalya, Yalova illerinde 8 farklı özel bakım merkezinde kalan 110 ruhsal bozukluğu olan birey ile ailesiyle yaşayan 110 ruhsal bozukluğu olan birey oluşturdu. Veri toplama aracı olarak; Görüşme Formu, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASD), Yaşam Kalitesi Ölçeği (Wisconsin) kullanıldı. Veriler Ekim-2015 ile Nisan-2017 tarihleri arasında toplandı.
BULGULAR: Çalışmadan elde edilen bulgularda; bakım merkezinde ve ailesiyle yaşayan katılımcıların yaşadığı yere göre yaşam kalitesi ölçeği bakımından anlamlı bir fark olmadığı belirlendi. Yaşam kalitesi ölçeği alt boyutlarına bakıldığında, ailesiyle yaşayanların yaşam koşulları, aile ilişkileri puan ortalaması anlamlı derecede daha yüksek, bakım merkezinde kalanların sosyal yaşam, sağlık durumu puan ortalaması anlamlı derecede daha yüksektir. ÇBASD, özel insan ve arkadaş alt boyutları puan ortalaması bakım merkezindekiler de anlamlı derecede daha yüksek, aile alt boyut puan ortalaması ailesiyle yaşayanlarda daha yüksek olduğu bulundu. İki katılımcı grubunun sosyal destek ile yaşam kalitesi ölçeği arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ailesiyle yaşayan ruhsal bozukluğu olan bireylerin aile ilişkileri ve yaşam koşulları daha iyi, aileden alınan sosyal destek daha fazla ancak daha az sosyal çevreleri vardır. Bakım merkezinde yaşayanların ise sosyal yaşamları daha iyi, arkadaşlarından ve hizmet sağlayıcılarından alınan sosyal destek daha fazla ancak aile ilişkilerinin daha az olduğu belirlendi.Araştırmada elde edilen bilgilerin, hizmet sunucularına, politika yapıcılarına ve araştırmacılara öngörü sunması açısından önemli olduğu düşünülmektedir.
INTRODUCTION: This study aims to compare the perceived social support and quality of life in individuals with mental health disorders living in nursing home and with family.
METHODS: This study used relational screening model. The sample consisted of a total of 220 individuals with mental health disorders, including 110 living in eight private nursing homes in Konya, Adana, Antalya, and Yalova and 110 living with their families. Data were collected between October 2015 and April 2017 by using the Interview Form, Multidimensional Scale of Perceived Social Support (MSPSS), Quality of Life Index (QLI) (Wisconsin).
RESULTS: There was no significant difference between the QLI mean scores of mentally impaired patients living in nursing home and with family. However, those living with family had significantly higher mean scores on the QLI subscales of living situation and family relations, whereas those living in nursing home had significantly higher mean scores on the QLI subscales of social life and health. In addition, participants living in nursing home had significantly higher mean scores on the MSPSS subscales of significant person and friends, whereas those living with family had significantly higher mean scores on the MSPSS family subscale. There was a significant positive correlation between the groups’ social support and quality of life scale mean scores.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Participants living with family had better family relationships and living conditions and more social support from the family, but fewer social circles. Those living in nursing homes had a better social life, more social support from friends and service providers, but fewer family relationships. The results of this study are considered important in terms of providing foresights to service providers, policy makers and researchers.

8.
Şizofreni etyopatogenezi ve intihar riskinde Sitomegalovirüs: Vaka-kontrol çalışması
Cytomegalovirus in the etiopathogenesis of schizophrenia and suicide risk: A case-control study
Özer Akgül, Ömer Faruk Demirel
doi: 10.14744/phd.2020.27167  Sayfalar 124 - 128
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu vaka-kontrol çalışmasında, Sitomegalovirüs (CMV) infeksiyonu ile şizofreni veya intihar riski arasındaki olası ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Vaka-kontrol çalışması olarak dizayn edilen bu araştırmaya 134 şizofreni tanılı hasta ve 140 sağlıklı kontrol olmak üzere toplam 274 olgu dahil edilmiştir. Çalışmaya alınan olguların sosyodemografik özellikleri, klinik verileri ile intihar risk puanları yüzyüze görüşmelerde kaydedilmiş, serum örneklerindeki CMV IgG seroprevalansı belirlenmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen olguların yaş ortalamasının 30.82±0.59 yıl; %50.7’sinin kadın, %49.3’ünün erkek; %5.1’nin okur – yazar olmadığı, %26.3’ünün ilköğretim, %42.3’ünün ortaöğretim ve %26.3’ünün ise lisans mezunu; İDÖ (İntihar Davranış Ölçeği) puan ortalamasının ise 6.27±3.12 olduğu belirlenmiştir. Çalışmada CMV IgG seropozitiflik oranı %64.6 (177/274) olarak belirlenmiştir. CMV IgG seropozitiflik oranlarının sağlıklı kontrol grubunda %48.6 (68/140), şizofreni grubunda ise %81.3 (109/134) olduğu ve şizofreni ile CMV seropozitifliği arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.001). CMV IgG seropozitifliği intihar riskine sahip olmayan ve olan katılımcılarda sırası ile %61.5 ve %70.7 olarak belirlenmiş ve CMV IgG seropozitifliği ile intihar riski arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunamamıştır (p=0.137).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Latent CMV infeksiyonunun, dopamin ve diğer nörotransmitter düzeylerine olan potansiyel etkileri ile şizofreni etyopatogenezinde rol oynayabileceği düşünülmüştür. Ancak, şizofreni ve CMV ile ilgili daha ileri araştırmalara ihtiyaç bulunduğu ve böylece şizofreni tedavisinde iyileştirme sağlanabileceği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this case-control study is to investigate the possible relationship between Cytomegalovirus (CMV) infection and schizophrenia or suicidal behavior.
METHODS: A total of 274 individuals, including 134 patients with schizophrenia and 140 healthy controls were included in this case-control study. Sociodemographic characteristics, clinical data and suicidal risk scores of the participants were recorded during face to face interviews, and serum CMV IgG seroprevalence was determined.
RESULTS: The demographic and clinical data of the participants included in the study were as follows: the mean age was 30.82±0.59 years; 50.7% were female and 49.3% male; 5.1% were illiterate, 26.3% were primary school graduates, 42.3% were secondary middle school graduates, 26.3% were undergraduates; the mean Suicide Behaviors Questionnaire-Revised (SBQ-R) score was 6.27±3.12. Seropositivity rate of CMV IgG was found to be 64.6% (177/274). It was determined that CMV IgG seropositivity rates were 48.6% (68/140) in the healthy control group and 81.3% (109/134) in the schizophrenia group, and the relationship between schizophrenia and CMV IgG seropositivity was statistically significant (p<0.001). CMV IgG seropositivity rates were 61.5% in the non-suicide risk and 70.7% in the suicide risk group, and the relationship between CMV IgG seropositivity and suicide risk was not statistically significant (p=0.137).

DISCUSSION AND CONCLUSION: The potential effects of latent CMV infection on dopamine and other neurotransmitter levels may play a role in the etiopathogenesis of schizophrenia. Nevertheless, further studies on CMV and schizophrenia are needed and may lead to improved treatments for schizophrenia.

9.
Kanser tanısı alan çocuk hastaların annelerine verilen psikoeğitimin etkinliği
The effectiveness of psychoeducation given to mothers of children with cancer
Melike Ayça Ay Kaatsız, Fatma Öz
doi: 10.14744/phd.2020.85570  Sayfalar 129 - 140
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırma, kanser tanısı alan ve en az bir sağlıklı ergen çocuğu daha bulunan annelere uygulanan psikoeğitim programının annelerin ebeveynlik rolüne ilişkin kendilik algısına, stresle baş etmesine ve ruhsal belirtilerine etkisini belirlemek amacıyla yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmada ön test-son test izleme desenli ve kontrol gruplu müdahale çalışma tasarımı kullanıldı. Ekim 2017–Şubat 2018 tarihleri arasında Ankara ilinde bulunan iki üniversite hastanesinin çocuk hematoloji-onkoloji kliniklerinde kanser tanısı alan çocuğuna bakım vermekte olan anneler çalışmaya dahil edildi. Müdahale ve kontrol gruplarında 15’er anne ile çalışma tamamlandı. Programın etkinliği Ebeveyn Rolüne İlişkin Kendilik Algısı Ölçeği, Stresle Başa Çıkma Ölçeği ve Kısa Semptom Envanteri (KSE) ile değerlendirildi. Verilerin analizinde Friedman ve Wilcoxon testleri kullanıldı.
BULGULAR: Sağlıklı ergen kardeşlerin deneyimlerini ve ihtiyaçlarını da içeren psikoeğitim programının, annelerin ebeveyn rolüne ilişkin kendilik algılarında ve stresle baş etmelerinde anlamlı bir fark sağlamadığı belirlendi. Müdahale sonrası annelerin KSE’nin tüm alt boyut puanlarında ve toplam ölçek puanlarında azalma olduğu, izlem ölçümlerinde annelerin puanlarının müdahale öncesi puanlarından düşük olduğu saptandı ancak, istatistiksel açıdan anlamlı bulunmadı. Müdahale grubunda yer alan annelerin somatizasyon, hostilite alt ölçek puanlarında ve toplam ölçek puanlarında ön test-son test ölçümlerinde meydana gelen azalma istatistiksel açıdan anlamlı bulundu (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kanser tanılı çocukların annelerine uygulanan psikoeğitim programının annelerin ruhsal durumuna olumlu yönde etki ettiği belirlendi. Bu etkinin zamanla azaldığı görüldüğünden, bu tip müdahalelerin belirli periyotlarla yinelenmesi önerildi.
INTRODUCTION: This study aims to determine the effects of a psychoeducation program on the self-perception of parental role, coping with stress and psychological symptoms of mothers who have a child with cancer and at least one healthy adolescent.
METHODS: This is an interventional study with pretest, posttest and control group in which a psychoeducation program was administered. Mothers who were caring for a child diagnosed with cancer in the pediatric hematology-oncology clinics of two university hospitals in Ankara, Turkey were included in the study. The program was completed with 15 mothers in both groups. The efficacy of the program was assessed by the Self-Perception of Parental Scale, Coping with Stress Scale and Brief Symptom Inventory (BSI). Friedman and Wilcoxon tests were used for analysis of the data.
RESULTS: The psychoeducation program, included the experiences and needs of healthy adolescent siblings, did not provide a statistically significant difference in mothers' self-perception of parental role and coping with stress. There was a decrease in all subscale scores and total scale scores of the mothers after the intervention and the scores were lower than the pre-intervention scores in the follow-up measurements, however, the scores were not statistically significant. Somatization and hostility subscales and total scale scores of mothers in the intervention group were found to be statistically significant (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The pilot psychoeducation program for mothers of children with cancer did not significantly affect the self-perception of parental role and coping strategies of mothers, but had a positive effect on their mental status.

10.
Kanser hastalığı olan bireylerde Bütüncül İyilik Hali Ölçeği'nin Türkçe formunun geçerlik ve güvenirlik çalışması
Validity and reliability study of the Turkish Version of the Holistic Well-being Scale in individuals with cancer
Sevcan Toptaş Kılıç, Fatma Öz
doi: 10.14744/phd.2019.26213  Sayfalar 141 - 147
GİRİŞ ve AMAÇ: Kanser hastaların tedavi sürecinde bütüncül iyilik halleri düzeylerinin belirlenmesi, düzenli aralıklarla kontrol edilmesi, sorun alanlarının belirlenmesi ve bunlara yönelik müdahalelerde bulunulması ruh sağlığında birincil koruma açısından önemli olacağı düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı Bütüncül İyilik Hali Ölçeği’nin Türkçe Formunun Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması Türkçe’ye uyarlanması, geçerlik ve güvenirlik çalışmasının yapılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın örneklemini üç tane onkoloji hastanesinde tedavi görmekte olan 230 hasta oluşturmaktadır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 21 (SPSS Inc., Chicago IL, USA) istatistik programı kullanılmıştır. Doğrulayıcı faktör analizi ile elde edilen yapının doğrulanması AMOS 24.0 tarafından sağlanmıştır. Psikometrik test olarak iç tutarlılık güvenilirliği (Cronbach's alpha katsayısı), spearman-brown güvenilirliği, geçerlilik analizleri (doğrulayıcı faktör analizi ve içerik geçerliliği) yapılmıştır.
BULGULAR: Ölçeğin Cronbach alfa kat sayısı 0.73, Spearman-Brown değeri 0.77 olarak bulunmuştur. Model doğrulayıcı faktör analizi ile doğrulanmıştır (χ2/sd=2.41, GFI=0.82, IFI=0.81, CFI=0.81, RMSEA=0.07 ve RMR=0.674).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kanser hastalığı olan bireylerde Bütüncül İyilik Hali Ölçeği’nin Türkçe verisyonu geçerli ve güvenilir bulunmuştur. Ölçeğin klinik araştırmalarında kullanılması hastaların bütüncül iyilik hallerini değerlendirmesini sağlayabilir.
INTRODUCTION: It is thought that determining the level of holistic well-being levels of cancer patients during the treatment process, checking them at regular intervals, determining problem areas, and designing interventions will be important in terms of primary protection in mental health. This study aimed to determine the validity and reliability of the Turkish version of the Holistic Well-being Scale and to study its validity and reliability.
METHODS: A convenience sample of 230 patients being treated with cancer were asked to complete a questionnaire. The data were evaluated using SPSS 21 (SPSS Inc., Chicago IL, USA) statistical software. The translation was performed using a double forward and backward method. An expert panel evaluated the content validity. Verification of the structure obtained with confirmatory factor analysis was provided by AMOS 24.0. Psychometric testing included internal consistency reliability (Cronbach's alpha coefficient and split-half reliability validity).
RESULTS: The Cronbach’s alpha value of the scale was 0.73. The split-half reliability results were quite reliable (Cronbach’s α=0.77). The model was validated by confirmatory factor analysis (χ2/SD=2.41, GFI=0.82, IFI=0.81, CFI=0.81, RMSEA=0.07, and RMR=0.674).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The Turkish version of the Holistic Well-being Scale was found to be reliable and valid for Turkish cancer patients after some modifications. The Holistic Well-being Scale can be used in future nursing research and practice as an assessment tool for holistic well-being in patients with cancer.

DERLEME
11.
Merhametli bakım: Yararları, engeller ve öneriler
Compassionate care: Benefits, barriers and recommendations
Tuğba Pehlivan, Perihan Güner
doi: 10.14744/phd.2020.88557  Sayfalar 148 - 153
Başkalarının acısını anlamayı ve azaltmak için harekete geçmeyi gerektiren ve son yıllarda hemşirelik literatüründe önem kazanan merhamet kavramı, bakımda da temel bir değer olarak düşünülmektedir. Merhametli bakım davranışı, başkalarının değerlerini anlamayı, onlarla ilişki kurmayı ve o kişi için anlamlı bir şekilde tepki vermeyi gerektirmektedir. Merhametli bakımın hasta bakım kalitesi üzerinde önemli etkilerinin olduğu bilinmekte ve hasta merkezli bakımın vazgeçilmez bir unsuru olduğu ifade edilmektedir. Son yıllarda klinik bakım ortamında merhametin hastalar üzerindeki etkilerini araştıran çalışmalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak literatürde, merhametli bakımın hasta bakımı üzerindeki etkisinin açıkça tanımlanmadığı ve yeterince incelenmediği belirtilmektedir. Bu derlemede, merhametli bakımın hastalar için yararları literatür ve vaka örnekleri ile aktarılmıştır. Merhametli bakımın yararları; ‘hemşirelerde hasta/aileleri bakıma dahil etme anlayışında artma, hastaların/ailelerin gereksinimlerini belirleyebilme ve uygun yaklaşımda bulunabilme becerisinde artma, hasta sonuçları üzerine olumlu etki’ başlıkları altında sınıflandırılarak tartışılmıştır. Ayrıca merhametli bakım sunmayı olumlu ya da olumsuz etkileyen faktörlerin gözden geçirilmesi hemşirelere uygulamada yol göstermesi bakımından önemlidir. Bu doğrultuda, literatür ışığında merhametli bakım sunmada engeller; çalışma ortamı kaynaklı ya da bireysel faktörler olarak ele alınmış ve ayrıca merhametli bakımın sunulması için öneriler sunulmuştur.
Compassionate care behavior requires understanding others' values, establishing relationships with them, and responding to them in meaningful ways. Compassionate care has important effects on patient care quality and is an indispensable element of patient-centered care. In recent years, studies of the effects of compassion on patients in clinical care have started to emerge. However, the literature reports that the effect of compassionate care on patient care has not been clearly defined nor has it been examined sufficiently. This review describes the benefits of compassionate care reported in the literature and example cases. It classifies the benefits of compassionate care as: positive effects on patient outcomes, improving nurses' understanding of involving patients and families in care, the ability to identify the needs of patients and families, and the ability to use appropriate approaches. Reviewing the factors that affect compassionate care positively or negatively is important in terms of guiding nursing practices. That is why this study also discusses the barriers to the provision of compassionate care related to work environment and individual factors and recommendations for compassionate care.

OLGU SUNUMU
12.
Neuman Sistemler Modeli’ne göre bipolar bozukluk (karma atak) olan hastaya hemşirelik bakımı: Olgu sunumu
Nursing care for a patient with bipolar disorder (mixed attack) based on the Neuman Systems Model: A case report
Ebru Akbaş, Gülay Taşdemir Yiğitoğlu
doi: 10.14744/phd.2019.80774  Sayfalar 154 - 162
Bipolar bozukluk manik, depresif veya karma epizotlarla ilerleyen, belirgin psikososyal bozulmaya ve yeti yitimine sebep olabilen bireyin hayatı boyunca sosyal ilişkilerini, eğitimini ve mesleki başarısını olumsuz yönde etkileyebilen kronik seyirli ruhsal bir hastalıktır. Bipolar bozukluk, hem hasta hem de aile üyeleri için stres yaratmaktadır. Yoğun destek vermek gereken bu dönemde hasta ve ailesinin hastalık süreciyle ve tedavisiyle ilgili bilgilendirilmesi oldukça önemlidir. Neuman Sistemler Modeli, bireyin optimal iyilik haline ve bütüncül olarak ele alınmasına odaklanmıştır. Neuman hemşireliği, kişinin olası ve gerçek stresörlere yanıtına etki edebilecek tüm faktörleriyle ilgilenen tek ve eşsiz bir meslek şeklinde tanımlamıştır. Neuman hemşireliğin eşsizliğini, bilginin kullanılmasına ve düzenli bir şekilde birleştirilmesine bağlar. Bu bakış açısıyla Neuman hemşirelerin kişiler için sağlık bakım koordinatörleri olarak faaliyet göstermesi gerektiğine inanır. Bu olguda bipolar bozukluk tanısı alan kırk yaşındaki bir yetişkine Neuman Sistemler Modeli’ne göre hemşirelik bakımı sunulmaktadır. Bu modele göre hastaya NANDA hemşirelik tanıları doğrultusunda bakım planı hazırlanmış ve hemşirelik girişimleri uygulanmıştır. Sonuçta model doğrultusunda uygulanan hemşirelik bakımının hastanın gereksinimlerinde etkili olduğu düşünülmekte ve örneklem sayısının geniş olduğu model temelli çalışmaların yapılması önerilmektedir.
Bipolar disorder is a chronic mental illness that can involve manic and depressive episodes, as well as mixed episodes that involve both manic and depressive episodes. It can lead to significant psychosocial impairment and disability and can adversely affect the social relations, education, and professional success of the individual throughout life. Bipolar disorder causes stress for both the patient and family members. In this period, when intense support is needed, informing the patient and his/her family about illness and treatment is important. The Neuman Systems Model focuses on the optimal wellbeing of the individual and holistic management of treatment. In its holistic approach, the Neuman System defines nursing as the only profession that deals with all the factors that can affect an individual's response to possible and true stressors. Neuman attributes the uniqueness of nursing to its use of information and its regular unification with treatment approaches. From this point of view, Neuman believes that nurses should act as health care coordinators for individuals. In this case report, nursing care was planned and applied based on the Neuman System Model for a forty-year-old adult female diagnosed with bipolar disorder. A nursing care plan was prepared, and nursing interventions were applied to the patient aligned with the North American Nursing Diagnosis Association nursing diagnosis. In conclusion, applied nursing care was effective for the patient’s needs; however, there is a need for more model-based studies with larger samples.

EDITÖRE MEKTUP
13.
Covid 19 pandemi döneminde psikiyatri hemşireliğinin önemi
The importance of psychiatric nursing in the Covid 19 pandemic process
Caylan Pektekin
doi: 10.14744/phd.2020.46704  Sayfalar 163 - 164

LookUs & Online Makale