Journal of Psychiatric Nursing - J Psy Nurs: 1 (1)
Volume: 1  Issue: 1 - 2010
1.Frontmatter

Pages I - III

RESEARCH ARTICLE
2.Nurses’ Recognition of Post-Traumatic Stress Disorder Symptoms
Fahriye Oflaz, Celale T. Özcan, Sevinç Taştan, Hatice Çiçek, Özlem Aslan, Huriye Vural
Pages 1 - 6
AMAÇ: Hemşirelerin travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini tanıyabilmelerini ve ayırt edebilmelerini belirlemek amacıyla yapılan tanımlayıcı bir çalışmadır. Travmatik olaylar yaşandığında hemşireler erken belirtilerin tanınması yoluyla hastalığın seyri üzerinde önemli bir etki yaratabilecek konumdadırlar.

YÖNTEMLER: Çalışma evreni olarak travma yaşayan hastaların başvurma sıklığının fazla olduğu bölgelerdeki asker hastanelerinde çalışan hemşireler belirlenmiştir. Araştırmanın örneklemini, bu hastanelerin acil ve cerrahi servislerinde çalışmakta olan hemşireler oluşturmuştur. Verilerin analizi çalışmaya katılmayı kabul eden 122 hemşirenin cevapları üzerinden yapılmıştır. Araştırmanın verileri dört travma olgusunu içeren olgu tanımlama formu, TSSB ölçeğinin maddelerini içeren TSSB belirtileri listesi ve hemşirelerin bazı mesleki özelliklerini ve travma yaşantılarını içeren bir soru formu ile toplanmıştır.

BULGULAR: Hemşirelerin yaklaşık dörtte birinin TSSB belirtilerini tanımadığı göze çarpmaktadır. Özellikle aşırı uyarılmışlık belirtilerini ve TSSB’ye eşlik edebilecek diğer problemleri tanıma oranı düşüktür. Olgu tanımlama formunda verilen olgularla ilgili olarak hemşirelerin ruhsal travmayı tanıma oranının yeterli olmadığı değerlendirilmiştir. Bununla birlikte hemşireler travmatik olaylar yaşayan kişilere yardımda sorumlulukları olduğunu kabul etmektedir.

SONUÇ: Hemşirelerin TSSB ile ilgili olarak mezuniyet sonrası eğitimlerle bilgi ve becerilerinin artırılması önemli görünmektedir.

OBJECTIVE: This descriptive survey’s aim was to determine how nurses recognize and distinguish between symptoms of post-traumatic stress disorder (PTSD). When traumatic events occur, nurses are in a position to make a significant impact on the course of the disorder by early diagnosis.

METHODS: The study population included the nurses who were employed at nine military hospitals in regions where there is a high rate of trauma victim admissions. The sample of the study consisted of nurses who worked in surgical units and emergency units in these hospitals. The responses of 122 nurses who voluntarily participated in the study were evaluated in the data analysis. The data of the study were collected using a Case Recognition Form that consisted of four trauma cases, a PTSD symptom checklist consisting of the items of the PTSD scale and a questionnaire covering some characteristics of the nurses’ professional and trauma experiences.

RESULTS: Almost one-fourth of the nurses were unable to recognize the PTSD symptoms. In particular, their recognition of withdrawal and hyperarousal symptoms and psychological problems that accompany PTSD was low. The rate of mental trauma recognition in terms of the cases given in the Case Recognition Form was not adequate. However, the nurses acknowledged that they have responsibilities to assist individuals who have experienced traumatic events.

CONCLUSION: It is important to increase nurses’ knowledge of PTSD and their skills in this regard through proper training after graduation.


3.Compliance to Treatment Among Chronic Psychiatric Disorder Patients According to Their Relatives
Havva Tel, Sibel Doğan, Birgül Özkan, Sibel Çoban
Pages 7 - 12
AMAÇ: Bu çalışma, hasta yakınlarının kronik psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tedaviye uyumuna ilişkin görüşlerini belirlemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır.

YÖNTEMLER: Çalışma 1-28 Şubat 2008’de Erkilet Ruh Sağlığı Merkezi’nde yatan 73 hastanın yakını ile yapılmıştır. Çalışmada veriler anket formu kullanılarak yüz yüze görüşme yoluyla toplanmıştır. Araştırma verilerinin değerlendirilmesinde yüzdelik dağılım ki-kare testi kullanılmıştır.

BULGULAR: Çalışmada hastaların bakımını yürüten hasta yakınlarının çoğunun, hastanın eşi veya annesi olduğu, hasta yakınlarının, hastaların ilaçla iyileşeceğini ve ilaç tedavisinin sürdürülmesi gerektiğini düşündükleri saptanmıştır. Hastaların üçte ikisinin ilaçlarını düzenli kullanmadıkları ve kontrollere düzenli gitmedikleri belirlenmiştir. Hastaların tanıtıcı özelliklerine ve hastalık süreci özelliklerine göre ilaçları düzenli kullanma, doktor izni olmadan ilaç tedavisini bırakma ve poliklinik kontrollerine düzenli gitme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (p>0.05) saptanmıştır. Bununla birlikte çoğunlukla şizofreni tanılı, yılda iki kez hastaneye yatan ve hastalık süresi 2-5 yıl olan hastaların ilaçları düzensiz kullandıkları, doktor izni olmadan tedaviyi bıraktıkları ve kontrollere düzensiz gittikleri belirlenmiştir.

SONUÇ: Çalışmada hasta yakınlarının hastaların ilaçla iyileşeceğini ve ilaç tedavisinin sürdürülmesi gerektiğini düşündükleri, ancak hastaların büyük çoğunluğunun ilaçlarını düzenli kullanmadıkları, kontrollere düzenli gitmedikleri ve tedaviye uyum sorunu yaşadıkları saptanmıştır.

OBJECTIVE: The present research was carried out descriptively in order to determine the compliance to treatment among patients with chronic psychiatric disorders according to their relatives.

METHODS: The research was carried out with the relatives of 73 patients who were hospitalized at Erkilet Hospital for Mental Health during 1-28 February 2008. The data were collected using a questionnaire form by means of face-to-face interview. Percentage distribution and chi-square test were used for the data evaluation.

RESULTS: It was determined that most of the caretaker relatives were the mothers or spouses of the patients. The relatives expressed that they believed the patients would recover with medications and that the treatment should be continued. According to the responses, two-thirds of the patients did not use the medications regularly and did not present for medical check-ups regularly. With respect to descriptive features of the patients and the characteristics of the course of illness, there were no statistically significant differences regarding the regular use of medication, stopping medication without the physician’s permission and regular visits to polyclinics for check-ups (p>0.05). However, it was determined that patients with schizophrenia, those hospitalized twice a year, and those who had been ill for 2-5 years took their medications irregularly, discontinued treatment without the physician’s permission and attended medical check-ups irregularly.

CONCLUSION: We determined in this research that the relatives believed the patients would recover with medications and that treatment should be continued. However, most of the patients used the medications irregularly, did not attend medical check-ups regularly and had compliance problems to the illness.


4.The Relationship between Anger and Self-Care Agency in Patients with Hypertension
Ayşegül Savaşan
Pages 13 - 17
AMAÇ: Bu çalışmada, hipertansiyon tanısı almış bireylerin öfke ve öfke tarzı ile öz bakım gücü arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEMLER: Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikte olan bu araştırma 305 hipertansiyon hastasıyla yapılmıştır. Veriler, Sürekli Öfke-Öfke Tarz Ölçeği, Öz-Bakım Gücü Ölçeği ve Birey Tanıtım Formu ile toplanmış, yüzdelik, ortalama, standart sapma ve korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir.

BULGULAR: Sürekli öfke puan ortalaması 21.13±6.61; öfke içte puan ortalaması 19.44±4.94; öfke dışa puan ortalaması 13.10±4.49; öfke kontrol puan ortalaması 23.40±4.97’dir. Öz-bakım gücü puan ortalaması ise 103.87±19.31’dir.

SONUÇ: Sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışa puanları ile öz-bakım gücü arasında negatif bir ilişki olduğu, sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışa puanları artıkça öz-bakım gücünün azaldığı, öfke kontrolü ile öz-bakım arasında ise pozitif bir ilişki olduğu, öfke kontrolü artıkça öz-bakım gücünün de arttığı bulunmuştur.

OBJECTIVE: This study aimed to investigate the relationship between anger and manner of anger expression with self-care agency in individuals diagnosed as having hypertension.

METHODS: This descriptive and cross-sectional study was carried out in 305 patients with hypertension. Data were collected using the Self-Care Agency Scale, the Trait Anger and Anger Expression Scale and Individual Identity Form, and were evaluated by percentage, mean, standard deviation, and correlation analysis.

RESULTS: The mean trait anger score was 21.13±6.61; the mean internalized anger score was 19.44±4.94; and the mean externalized anger score was 13.10±4.49. The mean anger control score was 23.40±4.97, and the mean self-care agency score was 103.87±19.31.

CONCLUSION: There was a negative correlation between trait anger, internalized anger, externalized anger and self-care agency scores. When trait anger, internalized anger and externalized anger scores increased, the self-care agency decreased. However, there was a positive correlation between anger control and self-care agency. When anger control score increased, the self-care agency score also increased.


5.The Relationship between Self-Perception and Psychiatric Symptoms in a Group of Students Preparing for the University Entrance Examination
Gül Ünsal Barlas, Semra Karaca, Nevin Onan, Özlem Işıl
Pages 18 - 24
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, üniversite sınavına hazırlanan bir grup öğrencinin kendilik algıları ve ruhsal belirtileri arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin öğrencilerin yaş, cinsiyet, ebeveyn eğitim durumu, gelir düzeyi, okunan lise ve sınava giriş sayısı gibi değişkenlerle ilişkilerini incelemektir.
YÖNTEMLER: Bu çalışma 161 dershane öğrencisi ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada bilgi formu, sosyal karşılaştırma ölçeği (SKÖ) ve kısa semptom envanteri (KSE) kullanıldı. Verilerin analizinde yüzdelik, varyans ve korelasyon analizi ve t-testi kullanıldı.

BULGULAR: Öğrencilerin SKÖ’den aldıkları toplam puan ortalaması 72.4±22.5 olarak bulundu. Bu puan kendilerini diğerleri ile karşılaştırdıklarında olumlu olarak algıladıklarını göstermektedir. KSE’den aldıkları puan ortalaması 79.2±45.65 iken, alt boyutlardan anksiyete 32.5±9.40, depresyon 30.4±8.93, olumsuz kendilik algısı 28.6±9.89, somatizasyon 22.1±6.98 ve hostilite 16.9±5.47 olarak bulundu. Puan ortalamalarına göre öğrencilerin ruhsal belirti sıklığının düşük olduğu söylenebilir. Değişkenler ile KSE puan ortalamaları karşılaştırıldığında sınava giriş sayısı ve gelir düzeyi ile ruhsal belirti sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu. Gelir düzeyi yükseldikçe ruhsal belirti sıklığının azaldığı belirlendi (F=7.81; p=.001). SKÖ ile KSE ve alt boyutları arasında istatistiksel olarak önemli derecede anlamlı negatif bir ilişki bulundu. Öğrencilerin olumsuz kendilik algısının ruhsal belirti sıklığını artırdığı belirlendi.

SONUÇ: Ergenin geleceğini etkileyen ve eleme esasına dayanan üniversite sınavına girecek öğrencilerin genel olarak kendilerini olumsuz algılamasalar da cinsiyet, sosyoekonomik değişkenler ve sınava tekrarlı girişlerin kendilik algısında olumsuzluğa neden olabileceği ve bu durumun ruhsal belirti sıklığını etkileyebileceği söylenebilir.

OBJECTIVE: The aim of this study was to determine the relationship between self-perception and psychiatric symptoms in a group of adolescents preparing for the university entrance examination with respect to variables such as age, gender, parents’ educational background, income level, type of school, and number of times the exam had been taken.
METHODS: This study was conducted among 161 private tutoring students. Information Forms, Brief Symptom Inventory (BSI) and Social Comparison Scale (SCS) were used as data collection tools. Percentage method, variance, correlation analysis, and t-test were used to evaluate the data.

RESULTS: The average SCS score of the students was 72.4±22.5. This score indicates that students’ self-perceptions were positive when they compared themselves with peers. The BSI average score was 79.2±45.65, and sub-scale scores were as follows: anxiety 32.5±9.40, depression 30.4±8.93, negative self-perception 28.6±9.89, somatization 22.1±6.98, and hostility 16.9±5.47. The mental symptom frequency was low according to the average score results. When variables were compared with respect to BSI average scores, statistically significant differences were found in mental symptoms frequency according to the number of entries into the exams and income level. It was found that as income level increased, mental symptoms frequency decreased (F=7.81; p=0.001). A statistically significant high-level negative relationship was found between SCS and BSI and its subscales. The mental symptoms frequency increased with a negative self-perception of students.

CONCLUSION: In general, students who take the elimination-based university examination, which affects an adolescent’s future, do not have negative self-perception; however, gender, socioeconomic variables and repetitive entries to the exam may cause negative perception and this in turn may affect mental symptom frequency.


6.Life Satisfaction of University Students Living at Home or in the Dormitory
Gönül Özgür, Aysun Babacan Gümüş, Banu Durdu
Pages 25 - 32
AMAÇ: Bu araştırmanın amacı, evde ve yurtta kalan üniversite öğrencilerinde yaşam doyumunu incelemektir.

YÖNTEMLER: Araştırmaya katılmayı kabul eden 100’ü evde, 100’ü yurtta kalan 200 öğrenci araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veriler, Öğrenci Tanıtıcı Bilgi Formu ve Yaşam Doyumu Ölçeği (YDÖ) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde dağılımı, “t” testi, varyans analizi ve Duncan testi kullanılmıştır.

BULGULAR: Öğrencilerin %80’i evde kalmaktan, %17’si yurtta kalmaktan “memnun” olduğunu belirtmiştir. YDÖ puan ortalaması evde kalan öğrencilerde 27.66±6.19, yurtta kalan öğrencilerde 25.14±6.07 olarak bulunmuş, aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (t=-2.917, p<0.01). Evde kalan öğrencilerin yaşam doyumunda algılanan ekonomik durum, evde kalmaktan memnun olma durumu, ruhsal sağlık algısı ve yaşam kalitesi algısı etkili bulunurken, yurtta kalan öğrencilerin yaşam doyumunda algılanan ekonomik durum, yurtta kalmaktan memnun olma durumu, fizik ve ruhsal sağlık algısı, kişilerarası ilişki algısı ve yaşam kalitesi algısı etkili bulunmuştur.

SONUÇ: Ekonomik durumunu, fiziksel ve ruhsal sağlığını, kişilerarası ilişkilerini, yaşam kalitesini “kötü” olarak değerlendiren, evde veya yurtta kalmaktan memnun olmayan öğrencilerin yaşam doyumunun daha düşük düzeyde olduğu saptanmıştır. Bu doğrultuda öğrencilerin fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik yönden desteklenmesi ve öğrenciler için uygun yaşam ortamlarının oluşturulması önerilmiştir.

OBJECTIVE: The purpose of this study was to investigate life satisfaction of university students living at home or in the dormitory.

METHODS: One hundred students living at home and 200 students residing in a dormitory who accepted to be involved in this research were the sample of the study. Data were collected by Student Introductory Information Form and Life Satisfaction Scale (LSS). Data were analyzed using number, percentage distribution, Student’s t test, variance analysis, and Duncan test.

RESULTS: Eighty percent of the students were satisfied with living at home and 17% were satisfied with living in a dormitory. The mean LSS for students staying at home was 27.66±6.19 and for those living in a dormitory was 25.14±6.07, and the difference between the two groups was significant (t=-2.917, p<0.01). With respect to life satisfaction for those living at home, perception of economic status, satisfaction with living at home, and perceptions of mental health and life quality were determined to be the effective factors. With respect to life satisfaction of the students residing in a dormitory, perception of economic status, satisfaction with residing in a dormitory, and perceptions of physical and mental health, interpersonal relations and life quality were determined to be the effective factors.

CONCLUSION: Students who assess their economic status, physical and mental health, interpersonal relations, and life quality as “bad”, and who are not satisfied with staying at home or in a dormitory have a lower level of life satisfaction. As a result, it is suggested that students should be supported in terms of physical, mental, social, and economic aspects, and a suitable living environment should be provided for them.


REVIEW
7.Personality Disorders and Nursing Interventions - Part I
Nurhan Eren
Pages 33 - 38
Kişilik, bireyin her işlevinde otomatik olarak kendini gösteren, kolayca değişmeyen, büyük ölçüde bilinçdışı olarak kazanılmış davranış örüntüleri, algılama ve düşünme biçimleridir. Kişiliğin sağlıklı bir biçimde gelişip olgunlaşması, genetik, ailesel, çevresel birçok faktörden etkilenen, karmaşık, bazen risklerle dolu yaşam süreçlerinden geçerek gerçekleşir. Bu süreçler boyunca yaşanan eksiklikler/travmalar/bozukluklar, ruhsal yapıyı oluşturan birçok parçanın bütünleşmesini (integration) engelleyerek, kişiliğin yapılanmasında bozuklukların gelişmesine yol açabilir. Kişilik bozukluklarının tedavisinde psikoterapi esas olmak üzere, ilaç ve gerektiğinde hastane tedavisi birlikte kullanılır ve genellikle iyileşme uzun bir süreci kapsar. Sık hastaneye yatış gerekebilir. Yataklı servislerde kişilik bozukluğu gösteren hastalarla çalışmak, tüm tedavi ekibi ve 24 saat bakım vermekte olan hemşireler için zorluklar içerir. Bunların en başında “terapötik çerçeveyi” (nerede, ne zaman ve ne kadar süreyle görüşüleceği, hastanın ve terapistin üzerlerine düşen görevler gibi anlaşmaları içeren, tedaviyle ilgili düzenlemeler tarafından yaratılan psikanalitik/psikoterapötik ortam) korumakta yaşanan sorunlar gelir. Hemşireler bu hastalara özgü geliştirdikleri bakım planları ile çerçeveyi koruyarak terapötik ilişkiyi oluşturabilirler. Bu derleme, kişilik bozukluğu gösteren hastalarla çalışan hemşirelere ve psikiyatri hemşireliği öğrencilerine rehber oluşturmak üzere iki bölüm olarak planlanmıştır. Birinci bölümünde, kişilik bozuklukları, klinik görünüm ve tedavi süreçleri, ikinci bölümde ise en sık görülen hemşirelik tanıları, hedefler ve hemşirelik girişimleri hakkında bilgi verilmesi amaçlanmıştır.
Personality is, for the most part, unconsciously acquired behavioral patterns and manner of perception and thought. It manifests itself automatically in every function of the individual and does not change easily. The healthy development of personality passes through complicated and sometimes risky processes that are affected by a number of factors, such as genetic, family and environmental factors. The deficiencies, traumas and disorders that are experienced during these processes may cause disorders in personality development by hindering the integration of many parts that constitute psychological structure. The treatment of personality disorders involves, primarily, psychotherapy, but medication and, if necessary, hospitalization together with medication might be employed. The recovery in general is a long process. Frequent hospitalization might be necessary. Working with inpatients with psychological disorders has its own drawbacks for the psychiatric team and nurses who provide for their full-time care. The foremost of these is the difficulties faced in maintaining the therapeutic framework, which is the psychoanalytic/psychotherapeutic environment created by the treatment arrangements and involving the agreements regarding the duties of the patient and the therapist, and the place, time and duration of interviews. Nurses can foster this therapeutic relationship by special patient-based care plans that also maintain the framework. This review contains two parts that are intended to guide the nurses who work with patients with personality disorders and the psychiatric nursing students. In the first section, we aimed to provide information on personality disorders, the clinical features and treatment process. The second part addresses the most frequently seen nursing diagnoses, goals and nursing interventions.

8.An Unresolved Issue: Involuntary/Compulsory Treatment of Patients with Psychiatric Disorders
Rahime Aydın Er, Mine Şehiraltı
Pages 39 - 42
Gönülsüz/zorla tedavi etme veya hastaneye yatırma özellikle psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Hastanın zorla tedavi edilmesine yönelik gerekçe, hastaların hastalığı ve tedaviye gereksinimi olduğunu kabul etmemelerine bağlı olarak aydınlatılmış onam veremeyecek durumda olmalarına dayandırılmaktadır. Buna bağlı olarak psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tedaviyi ret kararları dikkate alınmamakta hatta hastalar gönülsüz olarak vekil onamıyla hastaneye yatırılmaktadır. Hastanın istemsiz tedavi edilmesi haklarına ve dokunulmazlıklarına bir müdahale olması nedeniyle sağlık çalışanlarının bir takım etik ikilem ve hukuki sorun yaşamalarına neden olabilmektedir. Gelişmiş ülkelerde kabul edilen sağlık politikaları, ruh sağlığı yasaları ve meslek etik kodları gibi düzenlemeler, psikiyatrik bozukluğu olan hastaların gönülsüz olarak zorla hastaneye yatırılmaları ve aydınlatılmış onam alınmadan tedavi edilmeleri konusundaki etik sorunların çözümünde yol gösterici olmuştur. Zorla tedavi etmeye yönelik düzenlemelerin temelde iki ana görüşe dayandığı belirtilmektedir. İki görüşte de hastada psikiyatrik bozukluk tanısı şart koşulmakta; ilk görüş tehlikeliliğin varlığına veya olasılığına, ikincisi tedavi gereksinimine odaklanmaktadır. Türkiye’de kapsamlı bir ruh sağlığı yasasına ve diğer yol göstericilerine gereksinim duyulmakla birlikte Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından hazırlanan Ruh Sağlığı Yasası Taslağı henüz kabul edilmemiş, dolayısıyla psikiyatrik bozukluğu olan hastaların hakları ve meslek etiği kodları da uygulamaya aktarılamamıştır. Bu nedenle sağlık ekibi hasta tedaviyi reddettiğinde veya hastaneye yatmak istemediğinde yapılacaklarla ilgili karar vermede güçlük yaşayabilmektedirler. Bu derleme yazıda farklı ülkelerde psikiyatrik bozukluğu olan hastaların zorla veya gönülsüz olarak tedavi edilmelerine ilişkin koşullar ve ülkemizde bu konuya ilişkin gelişmeler anlatılacaktır.
Involuntary/compulsory treatment or hospitalization is a situation often encountered in patients with psychiatric disorders. The reason for compulsory treatment is justified on the grounds that patients are not in a position to accept their illness or the need for treatment; thus, they cannot provide informed consent. As a result, refusal of treatment by patients with psychiatric disorders is not taken into consideration, and they are even admitted to the hospital unwillingly by surrogate consent. Since involuntary treatment of patients is an infringement of their rights and privacy, health workers may face both ethical dilemmas and legal issues. Health policies, mental health laws and professional ethics codes in developed countries have been instrumental in resolving ethical problems that arise because of compulsory hospitalization and treatment of patients with psychiatric disorders without their informed consent. Regulations regarding compulsory treatment are based on two main opinions. In both, a diagnosis of a psychiatric disorder is required. The first focuses on the presence or the possibility of a dangerous situation, while the second opinion is based on the need for treatment. In Turkey, a comprehensive mental health law and other guiding regulations are needed. The draft of the Mental Health Law prepared by the Turkish Psychiatric Association has not yet been accepted. Consequently, rights of patients with psychiatric disorders as well as professional ethics codes have not yet been put into practice. Thus, the health team may face difficulties in deciding a course of action when patients refuse treatment or do not want to be hospitalized. In this report, we review the conditions of compulsory or involuntary treatment of patients with psychiatric disorders in different countries, together with the recent developments in our country.

CASE REPORT
9.The Use of Marijuana in Adolescents: Societal Mental Health Approach (A Case Report)
Dilek Akkuş
Pages 43 - 46
Bu vaka psikiyatri hemşiresi ve bağımlılık danışmanı olarak, bağımlılık açısından risk oluşturan ergenlerin okul ruh sağlığı çalışmalarında biyo-psiko-sosyal değerlendirilmesini içermektedir. Ergen ile haftada 1 saat olmak üzere 3 ay görüşülmüş, görüşmelere halen devam edilmektedir. Endüstri Meslek Lisesinde esrar kullandığı belirlenen AC 16 yaşında 10. sınıfta okuyan bir öğrencidir. Çok sessiz, içine kapanık, saygılı bir öğrenci olarak tanımlanan AC’nin ders başarısının düşük olduğu bildirilmiştir. AC ile ilk görüşmede bağımlılık konusunda bilinçlendirme yapılarak, danışma süreci için anlaşma yapılmıştır. AC’de yoksunluk belirtileri bulunmamaktadır. İlk dört görüşmede AC ile birlikte sosyal çevresi, sosyal aktiviteleri, aile yaşantısı, okul ilişkileri ve ders programında değişikliğe gidilmiştir. Okulda bölüm öğretmenleri ile iletişime geçilerek nasıl destek olabilecekleri konuşulmuştur. AC‘nin annesinin anksiyete ve depresyon bulguları değerlendirilerek psikiyatriste yönlendirilmiş, anneye depresyon tanısı konularak ilaç tedavisi başlanmıştır. Beşinci görüşmede dışkısını kaçırdığını söyleyen AC çocuk cerrahisine yönlendirilmiştir. Altıncı ve yedinci görüşmelerde kendinin, duygularının farkına varma ve ifade etme konularında egzersizler yapılarak rol play yöntemi ile duygularını ifade etmesi sağlanmıştır. Devam eden görüşmelerde AC’nin duygu ifadelerine daha fazla yer verdiği ve hoşlanmadığı durumlar hakkında konuşabildiği gözlenmiştir. AC ergenlik döneminin çalkantıları yanında madde kullanımı açısından riskli bir bölgede yaşayan, sosyal ilişkilerinde çekinik, ailede sevildiğini hissetmeyen, kardeşleri ile kıyaslanan, okulda silik ve başarısız bir öğrencidir. Üç ay sonunda AC’nin yaşamındaki yeni dengelerle danışma süreci devam etmiştir.
In this report, we describe an adolescent case with marijuana addiction who underwent a bio-psycho-social evaluation by a psychiatrist nurse/addiction consultant involved in mental health in the school environment. Interviews with the patient (AC) have been ongoing for three months, once a week. AC is 16 years old and a tenth grade student at the Industrial Vocational High School. It was determined that he was a marijuana user. He was characterized as a very quiet, introverted and respectful student, but with low academic achievement. In the first meeting, he was informed about addiction, and an agreement was made to begin the consultation process. There was no sign of deprivation in the patient. In the first four meetings, some changes were made with regard to his social environment, social activities, family life, school relations, and school schedule. His teachers were contacted to determine how they could support the process. After evaluating AC’s mother’s anxiety and depression symptoms, she was referred to a psychiatrist. Depression was diagnosed and appropriate medication was prescribed. In the fifth meeting, AC complained of encopresis and was referred to pediatric surgery. In the sixth and seventh meetings, following a series of exercises about recognizing and expressing his own feelings, AC was enabled to express his feelings through a role play approach. In the ongoing meetings, he was freer in expressing his emotions and was able to discuss things he did not like. The patient lives in a risky district in terms of drug use, and he faces in addition the normal difficulties of the adolescence period. He is shy in his social relations, does not feel loved in the family, is compared with his siblings, and is an insignificant student and underachiever at school. At the end of the three months, new balances were established in AC’s life, and the consulting process is continuing.

LookUs & Online Makale